11 Haziran 2009 Perşembe

ÇÖKÜŞE KARŞI

Murat Fehmi PINAR
18 Haziran 2009
Bolu
Bireyciliğin kısır döngüsüne kapılmış bireyler, sistem için kanser hücresi etkisini gösterirler. Bireyciliğin toplumu hiçleştiren bu yapısı, sonuç olarak kendi ile tezat içerisindedir. Bozulan, çürüyen toplumun içinde olup da bundan kurtulmak mümkün olmadığına göre, bireysel menfaatleri için topluma kayıtsız kalan birey, asıl zararı kendisine verir.

Sonuç olarak; toplumun evrensel evrim kanununun tesiri altındaki değişiminin gelişme, ilerleme yönünde olmasını sağlamak için çaba göstermek, idealist bir yaklaşım değil, son derece realist bir yaklaşımdır; denilebilirse akıl sahibi varlıklar için kaçınılmaz zorunluluktur.
Toplumun evrim sürecinde ayakta kalıp kalmayacağını, toplumcuların niceliği ve niteliği ile bireycilerin kanser etkisine karşı duruşları belirleyecektir.

Varlığını korumak ve sürdürmek olgusu, varlığın özüne ilişkin evrensel bir ilkedir. Bu ilke sadece canlılar için değil, cansızlar için de aynen geçerlidir.

Marks’ın dediği gibi, “Değişmeyen tek şey değişimin kendisi.” Evrene ilişkin her şeyi kapsayan bir tek cümle kurulacaksa o da Marks’ın bu cümlesidir.


Evrim varlık için evrensel bir kaide, fakat evrime direnmek de öyle. Her varlık, var olarak kalmak, değişmemek, kendini muhafaza etmek istiyor. Oysa her varlık içinde bulunduğu evren karşısında küçük, zayıf ve etkilere dayanıksız.

Tüm evren değişirken, değişmeden kalmak çabası başarısız kalmaya mahkûm, değişimin önüne geçilemez öyleyse değişimin önüne geçmek çabası anlamsızdır.


Değişimin gerileme, bozulma, çürüme yönünde mi olacağı yoksa ilerleme, gelişme, filizlenme şeklinde mi olacağı ise sorulması gereken ve çaba gösterilmesi gereken noktadır.


Değişime ayak uyduran, değişen şartlara uygun tepkiler geliştirebilen, uygun tepkileri geliştirecek organları edinebilen, kısacası evrimleşenler gelişerek var olmaya devam eder. Dâhil olduğu sistemdeki değişime ayak uyduramayanlar, ayak direyenler, evrimleşemeyenler ise varlığını koruyamaz, çürürler.

Değişim kaçınılmazdır, bu değişime bağlı olarak bir kısım varlığın evrimleşerek hayatta kalması, bir kısım varlığın evrimleşemeyip ortadan kalkması, ortadan kalkanların yapıtaşlarının evrimleşenlerce kullanılması kaçınılmazdır.

Varlık dahil olduğu sistemde meydana gelen değişimlerde tümüyle edilgen değildir. Sistem ile unsurları arasında sürekli etkileşim vardır.


İnsan toplumu, canlı varlıklardan oluşsa da -biyolojik anlamda- cansız bir varlıktır. İnsanoğlu evrim sürecinde, öyle bir noktaya ulaşmıştır ki onu özel kılan biyolojik üstünlükleri değil, kültürel üstünlüğüdür. Biyolojik varlığı potansiyeller içerir. Toplumsallaşma olmazsa potansiyeller heba olup gider. İnsan toplumu dışında insan yavrusu ‘insan’ olamaz.

İnsanı insan yapan toplumsallaşma süreci, toplum sadece insanı insan yapmakla kalmaz, nasıl bir insan olacağına da karar verir ve uygular. Böyle olunca aynı biyolojik varlığa sahip insanın farklı bir toplum içinde farklı bir insan olması son derece anlaşılır.

Geri kalan her şey gibi değişen toplumdaki değişim bozulma yönünde gerçekleşirken, bu bozulmanın ve etkilerinin dışında kalmamak imkânı yoktur. İnsan bozulmadan kendini korusa bile bozulmanın -bozulmuş bireylerin nüfusuyla geometrik orantılı olarak artan- etkilerinden, kendini korumayı her zaman başaramaz.

Kendi menfaatini toplumdan yalıtılmış hayatlar sürdürmekte bulan toplum kesimlerinin trajedisi budur.

Toplumun önüne geçilemez değişiminin gelişme, ilerleme yönünde olmasını sağlamak çabasını gereksiz gören, kendi kişisel menfaatlerini elde edip, ‘benden sonra tufan’ zihniyetini benimseyenler -ki ‘çağın ruhu’ tam da budur-, toplumda bozulmuş bireylerin yarattığı etkiden daha büyük bir bozulma etkisi yaratırlar.

Başka bir ifadeyle bireyciliğin kısır döngüsüne kapılmış bireyler, sistem için kanser hücresi etkisini gösterirler. Bireyciliğin toplumu hiçleştiren bu yapısı, sonuç olarak kendi ile tezat içerisindedir. Bozulan, çürüyen toplumun içinde olup da bundan kurtulmak mümkün olmadığına göre, bireysel menfaatleri için topluma kayıtsız kalan birey, asıl zararı kendisine verir.

Sonuç olarak; toplumun evrensel evrim kanununun tesiri altındaki değişiminin gelişme, ilerleme yönünde olmasını sağlamak için çaba göstermek, idealist bir yaklaşım değil, son derece realist bir yaklaşımdır; denilebilirse akıl sahibi varlıklar için kaçınılmaz zorunluluktur. Toplumun evrim sürecinde ayakta kalıp kalmayacağını, toplumcuların niceliği ve niteliği ile bireycilerin kanser etkisine karşı duruşları belirleyecektir.




Hiç yorum yok: